15 Ekim 2010 Cuma

Paris'te İki Günde Ne Yedim?


Paris için her yerde "bir hafta bile bu şehri tam olarak gezmek için yeterli değil" dendiğini duymama rağmen, Paris'e bu ilk gezim için sadece 2 günüm var. Yıllar önce geçerken bir uğradığım Paris'te tek gördüğüm yer Eyfel Kulesi'nin çevresiydi, o da gecenin bir vakti 2-3 saatliğine. Bu sefer de ateş almaya gelmiş gibi iki güne her şeyi sığdırmak zorunda olduğumdan, turistik bir geziden ziyade Paris'in havasını koklamak niyetindeyim. Eylül 2010 sonu ve yalnızım...


Sabah erkenden neredeyse bana uçağımı kaçırtacak bir kalabalığın içinden son anda sıyrılıp kendimi uçağımın koltuğuna attım. 3 saat 15 dakika süren yolculuğun ardından Charles de Gaulle Havaalanındayım. Buradan şehre ulaşmanın en makul yolu metro. Yanımda Google Earth'un haritasıyla Chatelet durağında metrodan inip göz kararı ve harita yardımıyla Nation Meydanı'na doğru yürümeye başlıyorum. Notre Dame Kilisesi, Louvre Müzesi ve bilimum tarihi yapının önü turist kaynıyor. Benim tercihim bu kalabalığın içinde kaybolmadan şehri tanımak, o yüzden tüm gezi boyunca hiç bir müze, kule ya da tarihi yapıyla ilgilenmeyeceğim. Bir tek Picasso Müzesi'ne gitmek niyetindeydim ama o da şansıma 2012 yılına kadar tadilattaymış. Tamaris Otel'e ulaşmam 1 saati buluyor. Aslında otelin hemen önünde metro durağı var ama amacım şehrin havasını koklamak olduğundan yürümek daha cazip geliyor.


Eylül ayının son günleri İstanbul'da tişörtle geziyordum. Paris'te havanın biraz daha soğuk olduğunu öğrensem de, bu kadar soğuk bir hava beklemiyordum. Sarkozy, Akdeniz Birliği oluşturmaya çalışınca ben de Fransa'yı Akdeniz ülkesi sanmıştım, nereden bileyim Paris'in İskandinav Yarımadasında olduğunu? Delikli spor ayakkabılarımın içindeki ayaklarım soğuktan donuyor, neyse ki kazak ve atkı almışım yanıma.


Tamaris Otel 2 yıldızlı, şehirden izole edilmemiş, metroyla her yere ulaşılabilecek ayrıca etrafında tek tük cafeler de olan bir yerde. Odalar çok küçük hele banyo-tuvalet minyatür boyutta. Fiyatları da gayet yüksek ama Paris'te bundan uygun bi otel bulamadım ne yazık ki. İstanbul'la karşılaştırınca gayet pahalı bir şehir Paris.


Otelden çıkınca ilk gördüğüm cafede biraz dinlenmek biraz da keyif çatmak için, yakınlardaki Nation Meydanı'ndaki Le Triomphe isimli kafede Creme Brulee siparişi verdim. Karamelle pek aram olmasa da Creme Brulee'yi ilk tattığım günden beri favori tatlılarım arasına koymuştum. Bu yediğim de fena değildi. Belki daha güzel yapan yerler de vardır.


Yürüyerek Eiffel Kulesine doğru ara sokaklara dalıyorum, Saint Nehri kıyısında dolaşıyorum ve en son Album isimli çizgi roman dükkanında buluyorum kendimi. Gezdiğim şehirlerde Corto Maltese ürünleri aramak adetimden Paris'te de vazgeçmedim ve bu sefer elime Corto Maltese çizgi romanlarından yola çıkılarak yapılmış 3 CD'lik bir album, bir kaç kartpostal ve Türkçe'de yayınlanmamış bir kaç Corto Maltese albümünün renkli-Fransızca versiyonları geçti. Buraya resmini de koyduğum bez afiş çok hoşuma gitse de fiyatı çok yüksek olduğundan elim cebime gitmedi ne yazik ki; belki ilerleyen dönemlerde yeniden karşıma çıkar.


Akşam yemeği için zorlu uğraşlar sonunda Le Zinc d'Honore isimli bistroyu buluyorum. Yağmur, açlık, susuzluk ve yorgunluğum bu zorlu arayışta gittikçe artıyor. Bu güzel cafenin girişinde bir garson bana "tuvit tuvit" deyip duruyordu. Garsona önce Fransızca bilmediğimi lütfen İngilizce konuşmasını söyledim. Kendisinin cevabı "Zaten İngilizce konuşuyorum" şeklinde olunca 3-5 saniye birbirimize bakıp durduk. Ortam gerginleşmeye başlamıştı. "Peki, lütfen baştan alabilir miyiz?" dedim ve o zaman anladım "Do you want TO EAT or to drink" dediğini. Bu 'güzel' aksanına rağmen kendinden bu kadar emin tavırlarına lanet edip "tuvit" diyerek oturdum yemek yenecek bir masaya... Neyse ki bu uygun fiyatlı bistroda içtiğim Soğan Çorbası çok lezzetliydi, Lamb Madallion idare ederdi ve Nutellalı krep hiç fena değildi...


Ertesi sabah erkenden kalkmak niyetindeyim ama bir gün önce 3-4 saat yürümüş olmak beni çok yormuş. Sabah Nation durağından metroyla Pigalle durağına geçiyorum. Amacım Rose Bakery isimli pastane-cafeyi bulmak. Rose Bakery'de 3 çeşit kek seçip yanına da earl grey çay söylüyorum. Kekler gerçekten çok lezzetli. (Fıstıklı ve vişneli olanlar hele...). Montmartre'a tırmanıp biraz Paris manzarasına biraz da ressamlara takılıyorum ama etraf turist kaynıyor. Ben de dolana dolana yürüyerek Forum Les Halles'i buluyorum. Düşündüğüm daha underground bi alışveriş merkeziydi ama burası bizim bildiğimiz alışveriş merkezlerinden farksız. Henüz H&M Türkiye'ye gelmediğinden oradan bir kaç alışveriş yapıyorum sadece. Bu arada Paris'te tuvalet bulmak çok büyük bi problem. Sokaklardaki o para atılarak girilen tuvalet kabinlerini kullanmayı öğrenmek iyi bir fikir, yoksa 2-3 saatte bir bi kafede mola vermek zorunda kalabilirsiniz.


Öğleden sonraya doğru açlığımı bastırmak için Le Flore en I'lle'e gidiyorum. Omlet ve dondurmalı krep açlığıma iyi geliyor. Paris'te gece eğlenmek için nerelere gidilir hiç bilmiyorum ama ben tercihimi Crazy Horse Show'dan yana kullanıyorum. İstanbul'da striptiz show izlerken kazıklanmayacağınız ender mekanlardan olan Harbiye'deki Regina'da alkollu bi gecenin sonunda arkadaslarimin zoruyla izlediğim Crazy Horse Show'un orijinalini merak ediyorum. Gayet yuksek meblaalı biletler ve hepsi birbirinden şık kadınlı-erkekli grubun içinde izlediğim show pek bir şeye benzemiyor ama Türkiye'deki amatörlükten de eser yok... Çok profesyonel bir ekip ışıklarla, müziklerle Regina'dakinden çok daha enteresan bir show hazırlamıştı. Yine de gidecek olanlar beklentilerini yüksek tutmasa iyi olur.


Sabah erkenden Eiffel Kulesine gidiyorum belki tek ziyaret ettiğim yer Eiffel Kulesi olur ve ben Paris'i öyle terk ederim diye. Sabahın ilk saatlerinden itibaren oluşmaya başlayan kuyruk beni yine caydırıyor. Uzun bir yürüyüşle bu sefer Saint Nehrinin güneyinde dolaşıp yine metroyla havaalanına atıyorum kendimi. Belki daha sonra bu sefer yalnız olmadan geldiğimde farklı bir Paris Gezisi anlatırım size ve bu anlattıklarım o gezinin demosu olur sadece...


Notlar ve Bahsi Geçen Mekanların Adresleri:


- Havaalanı şehir merkezi arasındaki ulaşım metroyla 8 euro. Şehir içinde tek yön metro 1,70 Euro.


- Tamaris Hotel'de iki gece konaklamak için 180 Euro ödedim. Şehir Merkezi'ne kolay ulaşılabilir oteller arasında en uygun fiyatlı bulabildiğim otel buydu. http://www.hotel-tamaris.fr/


- Album Comic Store: 8 rue Dante, 75005.Saint Nehrindeki Ile de la Cite Adasının hemen güneyinde yaklaşık 200-300 metre uzaklıkta. Corto Maltese CD'si 40 Euro, fotoğrafını da koyduğum bez afiş 150-160 Euro civarındaydı.


- Le Zinc d'Honore: 36 Place du Marche St-Honore, 75001 Rue St Roch'un bir batısındaki sokakta. 3 çeşit yemeğe 25 Euro hesap ödedim.


- Rose Bakery:46 rue des Martyrs, Pigalle durağına yürüyerek 300-400 metre.


- Le Flore en I'lle: 42 quai d'Orleans. Ile St Louse Adasının güneyindeki caddesinin en batı ucunda.


- Crazy Horse Show: Bilet fiyatları barda 70 Euro. Benim aldığım ve bardan pek de farklı olmayan Gold kategoride 100 Euro, VIP kısmında 1000 Euro. http://www.lecrazyhorseparis.com/


- Türkiye'ye dönmeden önce benim gibi peynir manyaklarına tavsiyem herhangi bir supermarkete uğrayıp peynir reyonunu talan etmeleri. Emmentel'dense Hollandalıların Maasdam'ını tercih eden birisi olarak ikisinden de uygun fiyata bulunca çantamı doldurdum. Farklı peynirleri de hiç fena değildi...


Fotoğraf Listesi:


1- Eiffel Kulesi

2- Saint Nehrinde trafik işaretleri
3- Corto Maltese afişi
4- Saint Nehrinin içindeki heykellerden biri
5- Crazy Horse Show
6- Eiffel Kulesinin daha sanatsal ve müstehcen bir versiyonu

Önerilen Sayfalar:


- MalagaBaden Baden ve Strasbourg
- Yetişkinler için gece eğlencesi: Amsterdam 

dinceryazici79@gmail.com