23 Ekim 2012 Salı

St Petersburg'da 5 gün...



Pazartesi akşamı Pavlova Havalimanı' na inen uçağımızla başladı 5 günlük St Petersburg gezimiz. Ekim ayında hava 8 derece, bulutlu zaman zaman yağmurlu. Ama gezilmeyecek bir hava da değil. Elbette daha uygun bir tarihi tercih etmek daha iyi olabilir. Beyaz Geceler'i geçtim 8:30'da doğan güneşiyle Siyah Gündüzlere gelmiş gibiyiz lakin mutluyuz mesuduz keyifliyiz.

Havaalanından Moskovskaya Metro İstasyonu’na ulaşmamız lazım. Otobüsleri çözmek çok zor. En son K13'e biniyoruz. Ücret inerken ödeniyormuş. Kişi başı 30 Ruble. Ardından 27 rubleye metroya biniyoruz ve indikten sonra 10 dakika kadar yürüyüp şimdiye kadarki gezilerimde gördüğüm en güzel hostele ulaşıyorum: Soul Kitchen Junior. Bu ne tatlı bu ne şirin bir hosteldir! Odaları, lobisi, mutfağı, internet salonu... Her yeri özenle düzenlenmiş. Ayakkabıları kapıda bırakıp odamıza geçiyoruz. Hemen ardından da krep pişirme etkinliği var ona katılıyoruz. Hostel sahibi pişiriyor biz de hem hostelde konaklayanlar birbirimizle kaynaşıyoruz hem de afiyetle kreplerimizi yiyoruz. İki kişilik oda fiyatının 120 TL olduğunu belirteyim ki bu biraz yüksek bir ücret ama kesinlikle burası doğru bir tercih. Gelecek olursanız ev terliklerinizi de yanınızda getirin mutlaka.

Gece hostelin yakınlarındaki marketten aldığımız meyve şaraplarımızı içip hostelde takılıyoruz, yarına enerji depolamak lazim. Karadutlusu lezzetli, vişnelisi pek bana hitab etmiyor. Etrafta Diksi marketleri hemen her yerde bulunuyor. Bu arada Ruslarla ilgili bir gözlemimi sizlerle paylaşayım: Yıllar boyunca alkolden o kadar çok çekmişler ki günümüzde toplum ikiye bölünmüş durumda: Ölesiye içki içenler ve ağzına içki sürmeyenler. Arası yok sanki. Normal sosyal içici dediğimiz sınıf pek yok... Hatta gece 11’den sonra marketlerde içki satılması da yasaklanmış, öyle bir devlet politikası var insanları içkiden uzak tutmak için. Hostelde bizim içmemize bile çok sıcak bakılmıyor gibi bir hisse kapıldım. 

Sabah yerel saatle 9'da bile hava "dışarı çıkıp ne yapacaksın bu saatte, yat uyu işte" diyor adama karanlık gökyüzüyle... En son yatakta dön dolaş sıkılınca kalkıyoruz yavaş yavaş. İlk hedefimizde Zoom Cafe var. Ama önce Sberbank'a uğrayıp döviz bozduruyoruz. Pasaport bile yeterli olmuyor bir şey daha istiyorlar; sanırım girişte doldurduğumuz küçük kağıt. Neyse sonunda o olmadan dolar bozdurabiliyoruz. Dolarla alışveriş yapmak kesinlikle yasak. Mutlaka Ruble kullanmak zorundasınız.

Zoom Cafe'de kahvaltılık krepler ve yumurtayla doyup başlıyoruz yürümeye. Önce şehrin güneyini görmeye niyetliyiz ama saat 11'e gelirken Ekim ayı ortasında hava gayet soğuk. Sonbaharda durgun durgun akan kanallarla uyumlu binalar buluyoruz karşımızda. Pastel tonlar hakim şehre... Aziz Nikolas Katedrali'ne ulaşana kadar arada Mariyinski Sahnesi'ne uğrayıp perşembe geceki Don Giovanni’ye bilet alıyoruz. Bu büyüleyici sahnede opera izlemek eğlenceli olacağa benziyor.

Ve ilk dini yapı karşımızda. Aziz Nikolas Katedrali açık mavi tonlardaki dış boyası ve altın rengi kubbeleriyle karşımızda. Yan tarafındaki çan kulesi ve etrafını çevreleyen bahçesiyle hoş bir yapı... Hafif karanlık iç mekan da oldukça etkileyici.

Ardından Nevski Prospekt'e geçiyoruz. Mağazaları, çarşıları, restoranlarıyla şehrin göbeği burası sanki... Ara yollarına dalıp elimizdeki rehber eşliğinde kaleyi, konservatuarı, tiyatroyu görüp şehrin en etkileyici yerine ulaşıyoruz: Dökülen Kan Kilisesi... Sen Petersburg gözümde bu kiliseyle canlanacak artık. Arada bulutları aşıp kiliseye vuran güneş altın yaldızlarda parlıyor... Kırmızı bina üzerindeki mozaikler de en az dondurma gibi duran kuleler kadar etkileyici. Uzun uzun izliyoruz kiliseyi...

Karnımız acıktı. Şehirdeki yaygın Gürcü mutfağını test etmek icin Nevski Prospekt’e dik uzanan Kazanskaya Ulitza’ya (Ulitza: Sokak) gidiyoruz. 50-100 metre ilerde solda merdivenlerden aşağı inilerek girilen restorandaki Kaçapuri ve Kinkali tıpkı Gürcistan'daki gibi. Kinkaliye gollandro katmayı da unutmamışlar (ne yazik ki)... Fiyatları Gürcistan'ı misliyle katlıyor lakin... Kinkali de kaçupuri de ortalama 250 ruble.

Yemeğin ardından Kazan Katedrali'ne geçiyoruz. Dökülen Kan Kilise'siyle karşılaştırıldığında çok daha büyük bir yapı bekliyor burada bizi. Vatikan'daki Katolik Sen Pier katedralinden kopyalandığı dışardaki sütunlu bahçeyi görünce hemen anlaşılıyor. İçerisi çok daha  az süslü ama. Hatta Sen Pier'in o heykelli süslemeleri yanında buranın çizimleri cok sade kaçıyor...

Nevski Prospekt etrafında biraz daha turlayıp akşam yemeğinde şehre yayılmış Teremok'lardan birinde alıyoruz soluğu. Pancake'ler gayet lezzetli ama borş çorbası enfes diyebilirim. Fiyatları normal, çorba 80 krepler 100-150 ruble...

Akşam erkenden çöküyor şehre karanlık...

Sabah kalkıp kahvaltı için aldığımız yeni adrese gidiyoruz. Bu sefer Nevski Prospekt'teyiz ve yolun Kazan Katedrali kısmında 1 Kopek işaretini isminin sonuna eklemiş ismi Stolovnaya gibi bir şey olan mekanın alt katına iniyoruz. Açık büfeden istediğimizi seçebiliyoruz. Fiyatlar da çok makul. Sadece kahvaltı değil öğlen-akşam yemeği için de gelinebilir buraya...

Ve ardından bugün dolaşacağımız yerlere doğru başlıyoruz yürümeye... Petrogradskaya'ya Vasilyevski Adası üzerinden geçiyoruz. Burası sanki şehrin daha bir oturaklı, lüks semti gibi. Ara sokaklarında kayboluyoruz hafif çiseleyen yağmura aldırmadan. Kamennoostrovski Caddesi'ndeki güzel binaların sonunda caddenin güneyinde şehrin tek camiisi çıkıyor karşımıza. Ardından Aleksandrovski Parkı'ndan geçip Pevro-Patel Kalesi'ne ev sahipliği yapan adaya geçiyoruz. Sonbaharda adanın güneyindeki boş plajda dolaşmak çok güzel. Svitoy Pyotr ve Svitoy Pavel Katedrali'nde de tadilat çalışmaları var ama yüksek kubbesi çok etkileyici. Üşümeye başladık... Nevski Prospekt'e dönüp Edebiyat Cafe'sine giriyoruz. Çok ağır bir mekanda buluyoruz kendimizi. Aşırı lüks bir şekilde düzenlenmiş bu mekan nedense şimdiye kadarkilerin rahatlığını içermiyor. Birer kahve içip kaçıyoruz hemen. Akşam yemeğinde yeniden sabahki mekandayız. Ne yazik ki seçtiğimiz yemekler pek bi tatsız-tuzsuz. Bir daha gelmeyelim buraya.

Gece hostelden gençlerle gece hayatına dalıyoruz. Barlar sokağı Gostini Dvor'un yan sokağı. Haftaiçi pek eğlenceli bir yer yok. Kapıdaki "face control" denilen istediğini alma/almama olayı da her istediğiniz yere girmenizi izin vermiyor. Bir kaç mekanda takılıp dönüyoruz hostele...

Sabah akşamdan kalma bir şekilde kalkıyorum... Günlerden perşembe olmuş ve bugün Kuntskammer Müzesi ücretsiz. Vasilyevski Adası'nda dolaşıp Aziz Andrey Katedrali ve adanın güney sahilinin batısında ismini bilmediğim altın yaldızlı soğan kubbeli katedrali gezip giriyoruz Kuntskammer'e. Body Worlds sergisini gezenlerin bile yabancılık çekebileceği bu müzede şişelerin içinde anormal doğmuş bebekler sergileniyor. İçeride fotoğraf çekmenin yasak olduğu bu 300 - 400 yıllık koleksiyon Avrupa'dan satın alınıp getirilmiş ve insanı oldukça zorluyor. Müzede dünyanin değişik kültürlerindeki hayatları anlatan kıyafetler, maketler ve objelerin sergilendiği kısım daha normal. 

Hemen yan tarafındaki Zooloji Müzesi'ne geçiyoruz ardından. Özellikle girişteki Mavi Balina iskeletinin büyüklüğü ağzımıı açık bırakıyor. Büyük olduğunu biliyordum ama bu kadar büyük olduğunu tahmin etmiyordum. Keza mamut, aslan, panter, envai çeşit kuş ve balığın sergilendiği kısım da "keşke bizde de böyle kapsamlı bir müze olsa"" dedirtiyor. Ortaokul-Lise yıllarında ziyaret etmek isterdim bu müzeyi.

Acıkınca kendimizi Teremok'a atıyoruz yine. Borç çorbası ve krepler çok lezzetli. Akşam da Mariyinski Sahnesi'ne gidiyoruz Opera izlemeye. Ne büyüleyici bir salon bu böyle... Kat kat yükselen balkonlar, tavandaki süslemeler ve devasa avize, sahne perdesi... Geceyi çok yorulmadan kapatıyoruz.

Sabah kalkar kalkmaz kahvaltı yapıp Hermitaj Müzesi'ne gidiyoruz. Kişi başı 400 ruble giriş ücretinin dışında ekstra sergileri gezmek için de ayrıca bilet almak gerekiyor. Fotoğraf çekmek isteyenler için de bilet alınması gerektiği yazıyordu ama ben çaktırmadan bir iki kare çektim kimse bilet falan sormadı.

Hermitaj'ın ilk katında dünyanın her yerinden toplanmış farklı kültürlerden öğeleri görebileceğiniz odalar var. Özellikle Asya'daki kazılardan toplanmış öğeler büyüleyici. Bir üst katta İtalyan, İngiliz, Alman, Hollanda ve Rus resim sanatının 19. yüzyıla kadar örneklerinden seçmeler sergileniyor. Leonardo ve Rembrant'ın eserleri de bu kısımda. Sergi kısımları labirent gibi olduğundan biz sürekli kaybolduk ve aynı yerlerde dolandık durduk. Olmadı etraftaki görevli teyzelerden birine sorun nerede olduğunuzu.

Hermitaj'ın bana göre en özel kısmı en üst katı. Burada modern resmin güzide örnekleri görülebilir.  Picasso, Renoir, Matesse, Degas gibi bir çok ünlü ressamın tablolarını bir arada görmek çağdaş resme meraklı olanları cezbedecektir eminim ki.

Yaklaşık 4 saatimizi Hermitaj'a ayırdık. Yorucu bir turdu... Ardından KGB Müzesi'ne gittik. Ne yazik ki içeride sadece KGB'nin kuruluşuyla ilgili Rusça dökümanlar ve fotoğraflar sergileniyor. Hayalimde casusluk aletleri müzesi vardı...

Bir sonraki durağımız St İsaac Katedrali. St Petersburg'daki dini yapılar gerçekten büyüleyici... Burası da devrim sonrası Ateizm Müzesi yapılan kiliselerden birisi. Şimdilerde Ateizm Müzesi kalkmış ama yine müze olarak faaliyet gösteriyor.

Cuma akşamı geldiğinde bütün haftanın yorgunluğu var üstümüzde. Gece hayatı için Radio Baby'ye gitsek mi gitmesek mi yoksa başka yere mi gitsek bilemiyoruz. Sonunda geceye Radio Baby'de başlamaya karar veriyoruz. Bira 130 Ruble ve gece 12 gibi yavaş yavaş dolmaya başlıyor mekan... 2 gibi doruk yapıyor... Ardından Gostini Dvor'un yan sokağındaki barlarda devam ediyoruz geceye. Sabaha karşı döndüğümüzde artık ayakta duracak halimiz yok.

3,5 saatlik uykudan uyanıp hosteli terk ettiğimizde akşamdan kalmayız... Önce Dökülen Kan Kilisesi’nin içine giriyoruz. Bütün kilise boydan boya mozaiklerle kaplı... Dışı kadar içi de çok etkileyici Dökülen Kan'ın.

St Petersburg'daki son ziyaretimizi Cumartesi günleri açık olan bit pazarına yapıyoruz. Bit pazarına gitmek için mavi metro hattına binip Udelniya istasyonunda inin. Tren yolunu geçip yere sergi açanları görene kadar yürüyün. Yoldaki dükkanlara, standlara aldanmayıp yürümeye devam edin mutlaka, bit pazarı en sonra. Madalyalar, savaş hatıraları, kart postallar, envai çeşit ıvır zıvır. Keşke daha vaktimiz olsa da biraz daha kalabilsek.

St Petersburg'a bir de beyaz gecelerde gelmek lazım... Dönüş yolunda aklımızda bir daha ne zaman geleceğimizin planları dolaşıyor. Şimdi çoğu yeri gezdik ne de olsa bir dahakine haziranda gelip bir kaç gün beyaz geceleri yaşadıktan sonra Mozkova üzerinden geri dönebiliriz...

dinceryazici79@gmail.com

Gezinin En İyi 5'i:

1- Dökülen Kan Kilisesi
2- Hermitaj'ın modern resim koleksiyonu
3- Kunzkammer Müzesi'nin deforme olmuş bebekler kısmı
4- Zooloji Müzesi
5- Bit Pazarı

Fotoğraf Listesi:

1- Aziz İsaac Katedrali
2- Dökülen Kan Kilisesi
3- Zooloji Müzesi'ndeki dev mavi balina iskeleti
4- Aziz Nikola Kilisesi

Önerilen Sayfalar: 

Kopenhag - Geniş Geniş Malmö ve Lund
Kopenhag Bir Günde Gezilebilir mi?
Danimarka'da, Kopenhag'ın Göbeğindeki Komün: Christiania
Novosibirsk Gezi Yazısı

6 Ekim 2012 Cumartesi

Bir günlük Bratislava Gezisi


Sabah erken saatte terk ediyorum Viyana'daki hostelimi. Bir günlüğüne de olsa yeni durağım Bratislava'ya doğru nehirden yolculuğumun başlangıç yeri Schwedenplatz. Dün biletimi aldığım 9'daki sefer için 8:30'da Schwedenplatz'da olmam söylendi lakin 8:50 gibi anca varabiliyorum ve bir sorun çıkmadan içerdeyim. Katamaranın güzel yerleri kapılmış. Ön sıralar ve üst kat daha pahalı, normal bilet tek yön 33€.

Tuna boyunca dizilmiş ağaçlar arasındaki balıkçı kulubelerini izleye izleye gidiyoruz Bratislava'ya. İnişte, bir gece konaklayacağım Blues Hostel yaklaşık 1 km. yürüme mesafesinde. Biraz erken gelmişim, odalar 2 gibi hazır oluyormuş. Çantamı orada bırakıp resepsiyondaki sevimli kızımızın tarifleri ve verdiği haritayla başlıyorum Bratislava'yı dolaşmaya. Sadece bir günüm ve karşımda ufak bir şehir var. Nüfusu 500.000 bile değil ve gezilecek yerleri eski şehir denilen yerle sınırlı. Elbette vakti olanlar için başka gezilecek yerleri de varmış lakin şimdilik bu kadarı yeter bana.

Bratislava'ya büyük umutlarla gelenler hayal kırıklığı yaşayabilir ancak benim gibi yapar beklentilerinizi düşük tutarsanız gayet keyifli bir şehirle karşılaşırsınız.

Size burada göreceğiniz yapıların listesini vermeyeyim, şehre varınca elinize geçecek herhangi bir haritada işaretli zaten bunlar. Ancak özellikle kaleye çıkmadan önce ziyaret ettiğim Mavi Kilise'den bahsetmeden geçemeyeceğim. 1900'lerin başında yapılmış bu açık mavi renkli kilise sadece diğer dini yapıların o karanlık halini yansıtmayan farklı rengiyle değil aynı zamanda o nazik üslubuyla da tıpkı Bratislava gibi 'bağırmadan, kendini övmeden konuşup sizi kendisine hayran bırakıyor'. Ayrıca sanki yan tarafında bir de pembe kilise varmış da kız ve erkek bebeklerin vaftiz törenleri ayrı ayrı kiliselerde yapılırmış izlenimi yarattı bende...

Onun dışında önce sahilinde yürüyüp sonra şehrin merkez meydanına ulaşıp ara sokaklarını dolaşmak, komik heykelleri ve güzel binalarının tadını çıkarmak benim hızlı adımlarımla 2,5 saat sürdü.


Hostele dönüp odama yerleşip yeniden çıkıyorum yollara... Bu sefer hedefimde tepedeki kale var. Nehre yakın sokaktan tırmanıp arka taraftan iniyorum aşağıya. Yukarıdan manzara hoş ama başka bir şey de ilgimi çekmiyor açken... Akşam olmak üzere. Hostelden aldığım yöresel yemekler için tavsiye edilen restoran Postova sokağı üzerinde Billa marketin bitişiğindeki Bratislavsta Restoran. Flagship diye de biliniyormuş. Önce ekmeğin içinde servis edilen sarımsaklı çorbam geliyor. Neyse ki bu akşam kimseyle öpüşmeyeceğim. Ardından da yine geleneksel Slovak mutfağından Bryndzove Halusky söylüyorum. Bir nevi makarna bu da... Slovak makarnası diyeyim; böyle peynirli, kremalı falan. Tadı güzel. Üzerine de menüden Arnavut Kahvesi seçtim. Kocaman cam bardakta üstü krema kaplı kahvem geliyor. Gloria Jean's'in kahveleri gibi sanki; Arnavutluk'ta bu kahveyi bilen var mıdır acaba? Bu arada mekanın kapı önünde oturmak güzel tabii ama içeride de kocaman eski tarz iki kat büyük bir yer olduğunu unutmayın. O da oldukça etkileyici...


Akşam olup gece karanlığı çökerken pazar gecesi olmasından mı bilmem sokaklar boşalıyor. Bir de gece gözüyle sokaklarını arşınlayıp hostelime dönüyorum. Hostelin resepsiyon-bar kısmında oturup içmek keyifli. Bu kapsamda Blues Hostel tercih edilesi bir mekan. Ancak geceleri biraz gürültülü olduğunu belirteyim. Hemen yandan geçen trenin ya da 3 odalı dairenin diğer odalarının gürültüsü uykunuzu bölebilir... Onun dışında temiz ve ucuz bir yer.

Sabah kalkıp tren istasyonuna yollanıyorum. Dönüş Viyana'ya trenle. Hostelden yürüyerek 15-20 dakikalık mesafedeki Tren Garından 11€'ya Viyana tren bileti alınabiliyor. Saatte bir sanırım 46 geçelerde hareket eden (yine de kontrol edin derim) trenden 1 saat 10 dakika sonra Simmering'de inip metro aktarmasıyla Viyana merkeze ulaşıyorum. Çok da uzakta olmayacak Budapeşte gezisine kadar Orta Avrupa'ya veda etme vakti...

Önerilen Sayfalar:


Budapeşte'de 3 Gün
Şirin Çek Kasabası Olomouc
Viyana Doğa Tarihi Müzesi - Naturhistorisches Museum Wien
Çek Cumhuriyeti'nin Çok Bilinmeyen Şehri Brno
Viyana Gezi Yazısı

Fotoğraf Listesi:

1- Şehri gezerken karşınıza çıkacak tarihi yapılardan Miachael's Gate
2- Mavi Kilise
3- Başka örneklerine de denk geleceğiniz komik heykellerden biri olan Cumil
4- Kaleye çıkan merdivenler
5- Ekmek içinde servis edilen sarmısaklı çorba

dinceryazici79@gmail.com