30 Ocak 2013 Çarşamba

Edirne'de İki Gün

Akşam saatlerinde vardık Edirne'ye. Önce Selimiye Camii'nin az altındaki tarihi otelimizi buluyoruz. Mimar Sinan'ın yaptığı Rüstem Paşa Kervansarayı restore edilip otel haline getirilmiş. Geceliğine 120 TL ödediğimiz bu 500 yıllık odamız gayet iyi ısınıyor ve konforlu. Merkezdeki bu otelde kalmak istemeyenler için başka bi tavsiyem de Selimiye Camii'nin bitişiğinde sayılan Taş Odalar olur. Fatih Sultan Mehmet'in doğduğu saray kalıntılarından en son kalan konaklar restore edilip otel haline getirilmiş. Yanından geçerken güzel gözüküyorlardı.

Akşam yemeği yemek için Kıyık Et Lokantası'na gitmeye karar veriyoruz. Ne yazık ki mekan dolu olduğundan geri dönüp meşhur Köfteci Osman'da yiyoruz yemeğimizi. Bir İnegöllü olarak soylüyorum, gerçekten köftesi lezzetli. Porsiyonu 10 TL.

Merkezdeki sokakları alıışveriş yerlerini arşınlayıp London Cafe-Pub'da sıcak bir şeyler içiyoruz. Yorgunuz ne yazik ki, geç olmadan otelimize dönüp uyuyoruz.

Sabah günlerden pazar ve "Edirne'de nerede kahvaltı yapılır?" ın cevabı olarak Limon Cafe'yi buluyoruz. Meriç Nehri'ni geçip Karaağaç'a giderken sağ taraftaki bu şirin mekanın kahvaltılıkları güzel. Şehrin kalabalığından, binalarından uzaktaki bu yol boyunca bir sürü başka kahvaltı yapılabilecek yer de var, biz denemedik ama deneyip de tecrübelerini paylaşmak isteyenler olursa çok sevinirim. Edirne'de fiyatlar makul. İki kişi tıka basa kahvaltı ve üstüne Türk kahvesine 35 TL hesap ödüyoruz.

Hazır buralara gelmişken Karaağaç'a kadar uzanıyoruz. Yunanistan sınırına Pazarkule'ye çok yakınız. 3-5 km sürüp Türkiye'nin sonuna gidiyoruz ki yolun bitip sınırın başlaması, öteye geçememek garip hisler yaratıyor içimizde. Yarın da Kapıkule'ye gidelim.

Karaağaç merkeze dönünce şimdinin Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olan eski garı ve Lozan Anıtını ziyaret ediyoruz. Gar binası hoşmuş. Karaağaç sokaklarında dolaşmak da zevkli. Dönüşte Meriç Nehri üzerinden geçen köprüde biraz vakit harcıyoruz. Edirne'nin tarihi köprüleri çok hoş. Bir kaç tanesi restore ediliyordu Kasım 2012 itibariyle.

Cami gezilerini yarına bırakıp çarşıları geziyoruz ve ardından Sv. Georghi Kilisesi'ne gidiyoruz. Kiliseden dönüşü 'Roman' Mahallesi üzerinden yapıyoruz ve Edirne'nin bu renkli kısmı da gülümsetiyor bizi. Sokak isimlerinden rengarenk binalara, duvarlardaki yazılara kadar çok eğlenceli sokaklar buraları da.

Selimiye Camii'ne yaklaşınca Edirne Müzesi beliriyor karşımızda. Bahçesinde envai kültürün mezarları mezar taşları yan yana dizilmiş. Kimler değil hangi kültürler gelip geçti bu topraklardan düşüncesiyle oturuyoruz bahçesinde önce. Yan tarafta çok eski uygarlıkların mezarları, arkamızda Müslüman mezarlarından toplanmış taşlar, karşımızda Bizans'tan kalma mermer mezarlar, devamında Rum mezarlarından toplanmış taşlar... Müzenin içerisi de bahçesi kadar güzel. Trakya'daki kazılarda bulunmuş cam, pişmiş toprak ve metal eşyaların yanı sıra Osmanlı dönemindan dokuma örnekleri de var içeride. Dün ziyaret ettiğimiz Enez'de bulunmuş çok sayıda eser de var koleksiyonda.

Müzenin üst tarafındaysa Osmanlı döneminden mezar taşlarının sergilendiği bir açık hava sergisi var. Taşlarda yazılanlar günümüz Türkçesine çevrilmiş. "Burası bir mezarlık değildir" yazıyor kapıda, mezarlardan toplanmış taşların sergilendiğini anlatmak için. Metinleri okumak ilginç. Edirne'de ilgi çekici çok şey var ve gittikçe bunlara yenileri de ekleniyor.

Acıkmaya başladık yine. Bu sefer Ciğerci Niyazi'de alıyoruz soluğu. Edirne'de ciğerin porsiyonu en salaş yerde de en meşhur yerde de 10 TL. O yüzden herhalde Niyazi'de bütün masalar dolu ayrıca kapıda da sıra vardı. Neyse ki çok beklemedik. Üstüne de Hayrabolu tatlısı yedim ki Kemalpaşa'nın daha büyüğü ve üstüne tahin dökülmüşü. 5 liralık bu tatlı da ciğer gibi çok lezzetli.

Güneş batarken Meriç Nehri üzerinde olmak için eski Edirne evleri arasından aşağıya yürüyoruz. Bu arada yolumuzu Edirne'nin tek sinagogunun önünden geçirmeyi de ihmal etmiyoruz. Yaklaşık 500 yıllık sinagog da restore ediliyor şu sıralarda. Edirne'yi keşfettikçe daha da bir etkileniyor insan...

Meriç Nehri üzerindeki köprü, güneş batarken fotograf meraklılarıyla dolu. Demek sadece biz değiliz manzaranın etkileyiciliğini duyan. Nehir kenarındaki ağaçlara vuran güneş suda çok hoş görüntüler yaratıyor. Nehrin kenarlarının binalarla değil de ağaçlarla dolu olması çok güzel olmuş.

Kasım ayında hava gayet soğuk. Üzerimizde atkılar, kapşonlu paltolarla anca ısınıyoruz sokaklarda. Akşam için yeniden Kıyık Et Lokantası'na gidiyoruz. Pazar gecesi mekan çok dolu değil ama Edirne'de tüm esnaf gibi buranın işletmecileri de çok kibar ve ilgililer. Yemek ve mezeler de çok keyifli. Eskişehir'deki Bomonti İsmail'in bir gömlek altı lükslükte ama çok daha 'rahat' olduğunu söyleyebilirim. Gece için güzel bir seçim olduğunu anlıyoruz, çok geç olmadan kalkıp sallana sallana otelimize dönerken.

Son günümüze çok yer bıraktık. Otelde kahvaltımızı yapıp önce hemen yan taraftaki Eski Camii geziyoruz. Ardından Selimiye'nin büyüleyiciliğine bırakıyoruz kendimizi. Dini mimarinin güzel örneklerinden birindeyiz. Huşu bulmak isteyenler içeride oturup o dini havayı uzun uzun soluyabilirler...

Selimiye'nin altı Arasta. Meyve şeklindeki sabunlardan, Keçecizade'den kilosu 38 TL'ye badem ezmesi, 12,5 TL'ye Kavala kurabiyesi ayrıca büyük şişesi 7,5 TL'ye Hardaliye alıyorum.

Sonra Bedesten ve Kılıç Ali Paşa Çarşısını gezip atlıyoruz arabaya ve Divan-i Hümayun kulesini ve Sarayiçi'ni ziyaret ediyoruz. Kule şeklinde ilginç bir yapı var karşımızda.

Edirne'deki son durağımız Muradiye Külliyesi ve içindeki Darüşşifa Müzesi. Giriş öğrenci 1TL tam 5 TL. 2004 yılında Avrupa Birliği'nin de ödüllendirdiği müze akıl hastalıklarının müzikle tedavi edildiği tarihteki sayılı Darüşşifa'lardan biri. Bugün, mankenler ve o günkü eşyalarla yeniden o zamanları gözünüzde canlandıracak şekilde düzenlenmiş durumdaki müzenin tıp tarihiyle ilgili kısımları da ilginç.

Edirne çok tatmin etti bizi. Ne güzel bir şehirmiş burası iyi ki gelmişiz, gezmişiz...

Fotoğraf Listesi:


1- Gün batarken Meriç Nehri (Hanidir asli hanidir sureti?)

2- Karaağaç'a doğru köprüden...
3- Eski Camii'nin dış süslemeleri
4- Divan-ı Hümayun
5- Edirne Müzesi'nin bahçesindeki Dormen
6- Darüşşifa'da sergilenen "Hangi makam hangi rahatsızlığa iyi gelir" konulu levha. Halka hizmet Hakk'a hizmet... Okuyun, dinleyin, iyileşin!

Gezinin İlk Beşi


1- Rüstem Paşa Kervansarayı... Mimar Sinan'ın yaptiği bir yerde konaklama imkanı

2- Darüşşifa
3- Bütün yeme içme mekanları (Kıyık, Limon, Ciğerci Niyazi, Köfteci Osman...)
4- Meriç Nehri'nde gün batımı ve köprüler
5- Selimiye Camii ve etrafındaki müzeler,yapılar.

Nerede İçilir: Kıyık Et Lokantası.


Nerede Koşulur: Hava çok soğuk değilse Meriç Nehri sonrası Karaağaç yolu enfes.

Önerilen Sayfalar:

Karayoluyla Yunanistan & Bulgaristan 1 - Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Kavala
Karayoluyla Yunanistan & Bulgaristan 2 - Halkidiki, Selanik ve Seres
- Gökçeada
Atina Kaçamağı
Uçmakdere'de Kamp ve Şarköy'e kadar uzanmak...
İğneada'da iki gün çadır tatili

4 Ocak 2013 Cuma

Pembe Marakeş'te İki Gün


Beş günlüğüne Fas'tayız. Gezimizi iki gün Marakeş iki gün Fes ve son gün Kazablanka olarak planladık. Kasım ayı itibariyle İstanbul'dan Fas'ın bir tek Kazablanka şehrine tarifeli seferler var. O yüzden Kazablanka'dan trenle geçeceğiz diğer şehirlere.

Gece 00:25'te Sabiha Gökçen'den kalkan Air Arabia uçağıyla 4 saatte ulaşıyoruz Kazablanka'ya. Gece Fas saatiyle 4 gibi havalimanında pasaport kontrolünden geçip ülkeye girdik. Hemen döviz gişesinde para bozduruyoruz. Kasım 2012 kurlarına göre 4.8 dirhem yaklaşık 1 TL. Euro Dolardan daha geçerli bir para birimi burada. O yüzden tavsiyem Euro alıp da gelmeniz ama dolar da iş görüyor. Havaalanında yiyip içmek ne ucuz ne çok pahalı.

Şehre, yani Casa Voyegiers'e trenle ulaşmak kişi başı 40 dirhem. Biz doğrudan Marakeş'e geçeceğiz o yüzden 6'daki trene biniyoruz ve yarım saat 3 durak sonra iniyoruz. Marakeş'e 6:50'de tren var, kredi kartı geçerli ve ücret kişi başı 80 Dirhem. 3 saat sürüyor yol ve son durak Marakeş'te iniyoruz.

Otelimiz (Amour de Riad) Jamaa el Fina'ya çok yakın. Gardan yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşle, sora sora varıyoruz bu merkezdeki meydana. Gardan Jamaa el Fina'ya yürüyerek ulaşmak isteyenler gardan çıkınca ikinci sola doğru gidip Muhammed V Bulvarı'nı bulup (Shell benzin istasyonundan sağa döneceksiniz) o bulvar boyunca dümdüz giderek meydana ulaşabilirler. Ardından da otelimizdeyiz. Kahvaltı dahil iki kişilik oda iki geceliğine 95 TL. Odamızın avluya bakıyor camı ve odada banyomuz var. Otelimiz Riad denilen eski evden restore edilmiş otellerden. Biraz karanlık ve eski ama memnunuz odamızdan. İnternet de var ama havlu vermiyorlarmış, banyo da arada tıkanıyor. Yine de bu fiyata bu kadar merkezi yer için fiyat çok uygun. Zaten Fas'ta zaman yıllar önce durmuş gibi...


Acıktık. Otelden aldığımız tarifle meydandaki Restaurant Toubkal'i buluyoruz. Fas genel olarak ucuz. Burası daha da bir ucuz sanki, ilk Tajinimizi 6 TL (30 Dirhem) gibi bir fiyata yiyoruz. Bizim güveç benzeri bir şey bu tajin. Artık ne sipariş verdiyseniz ona uygun malzemelerle pişiriliyor. Misal ben Ground beef dedim üzerine yumurta kırılmış köfte geldi. İçecek olarak Almond Milk enteresan geldi bana. Bademi sütün içinde blenderda ufalamışlar gibi. Muzlu süt de sevenleri için taze ve lezzetli.

Artık sokaklarına dalabiliriz Marakeş'in. Souks denilen çarşıları tam bir labirent gibi. Kıyafet, cam, metal ve tahta işler bulabilirsiniz. Pazarlık şart, yeteneğinize göre söylenenin %30-50'sine kadar indirim yaptırabilirsiniz ama sakın unutmayın her zaman daha ucuza satan başka bir yer de vardır. O yüzden bi fiyat belirleyin kafanızda ve o fiyata alabilirseniz alın. Sonra da daha fazla soruşturmayın.

Saatlerce dolaşıyoruz çarşıda... Yüzlerce dükkan, onlarca sokak, geçit, cadde arasında sadece insan kalabalığı değil motorsiklet ve bisikletliler de vızır vızır dolaşıyor etrafta. Bu trafikte sürekli birileri yaralanmalı gibi sanki ama maaşallah hiç kaza görmedim.

Jamaa El Fina meydanı eski şehrin merkezi ve yolumuz hep oradan geçiyor. Bu koca meydanda sabah kobra yılanı ve maymun oynatanlar zurnalar eşliğinde başlatıyorlar eğlenceyi. Çok ucuza portakal suyu satanlar ve hediyelik eşya satıcıları onlara eşlik ediyor. Saatler ilerledikçe yemek standları kurulmaya başlıyor. Yerel yemekler ve kızartmalar tüm meydanı duman altında bırakırken salyangoz satıcılarını da bir köşede görmeye başlıyorsunuz. Merak edenlere tarif etmem istenirse, kürdanla yeniyor, tadı midye gibi, tuzlu ve antenlerine bakmazsanız daha kolay yiyebilirsiniz. Bu arada hayvan oynatıcıları meydanı terk etti çalgı-çengi takımı meydanda yerini aldı bile. Afrika ritmleri meydanı kaplarken köçekler dans ediyor çalgıcılar hikayelerle halkı güldürüyor, bir cüce dansıyla izleyicilerini eğlendiriyor ve sonuçta bir panayır havası kaplıyor her yeri.

Uykusuzuz, erkenden yatıyoruz yemeğin üstüne. Bu arada kuskus bir garip geldi bana... Pek hoşlanmadım belirteyim. Ama moroccon soup fena değil. Aksamları satılmaya başlayan soğanlı gözleme de güzeldi. Hamur işleri idare eder, sütlü kahve lezzetli ve bardakta üç kat görünümü çok hoş, portakal suyu çok ucuz ve taze, nane çayı şekerli ve Arap çöllerinin havasını taşıyor içinde...

Sabah erkenden başlıyoruz şehrin tarihi yerlerini ziyaret etmeye. Koutoubia Camii ilk hedefimiz. Fas'ta minareler köşeli, o yüzden cami gördüğünüzde ilk başta anlamayabilirsiniz bunun cami olduğunu. Bir de Turkiye'de ezanın makamlı okunmasına alıştığımızdan burada bağıra bağıra okunan ezan çok kulak tırmalıyor. Dövecekmiş gibi çıkıyor muezzinin sesi... Bizde olsa kesin dayak yer bu üslupla.

Sonra surlarını leyleklerin beklediği Palais el Badi'nin kalıntılarını ziyaret ediyoruz. Giriş 10 Dirhem. İçeride pek bir şey yok sadece kalıntılar. Ayrıca Koutoubia Camii için bir 10 Dirhem daha istiyorlar ki o kısmı es geçin bence, sadece bir oda var çünkü.Ardindan Bahia Sarayı'na geçiyoruz. Sadece yarısı açık olan bu sarayın işlemeleri ve süslemeleri çok etkileyici.

Ve yeniden ara sokaklar, çarşılar arasında kaybola kaybola meydandayız. Marakeş'te harita kullanmak imkansız gibi bir şey. Sürekli kaybolduk biz... Ve kaybolmuşken Koubba Ba'Adiyn'i Mellah denilen eski Yahudi Mahallesini envai çeşit çarşıyı bulduk durduk. İki günde ne kadar gezilirse gezdik bu karmaşık eski zaman şehrini... Sonra bi dışarıya çıktık Medina'dan ve surların dışındaki şehri turladık biraz da. Saatlerce yürüdük bu her binası pembe-güş kurusu tonlarındaki şehirde. Başka bir renk yok hiç dış yüzeyde ve bu pembe, şehri daha da etkileyici yapıyor. Ayrıca kurumuş ağaçları totem gibi oyarak yaptıkları heykeller de çok hoş olmuş...


Ve gece karanlığında bir daha girmeye kalktık çarşıya ama sadece dükkanlar değil sokaklar arasında geçiş sağlayan çarşılar da kapanmış. Zar zor yarım saatte çıkıyoruz yeniden meydana. Labirent nedir merak edenlere tavsiye ederim... Ama dikkatli olun, hafif tırsmadım desem yalan olur.

Sabah olmadan kalkıp 5 trenini yakalıyoruz Fes'e doğru. Bakalım Fes nasıl bir yer çıkacak?


En İyi 5:

- Jamaa el Fina'nın o panayırımsı ortamı
- Gündüz ayrı gece ayrı labirentimsi rengarenk çarşılar
- Pespembe Marakeş sokakları
- Salyangozun tadı nasıl bilir misiniz?
- Siyah Cellabe... Cizvit Papazı gibi dolaşmak isteyenler için birebir.

Fotoğraf Listesi:

1- Pembe Marakeş sokaklarında bakınırken...
2- Tezgahlardan yükselen dumanlar arasında gece gece Jamaa el Fina
3- Müslüman mahallesinde satılmak üzereyken ele geçirilmiş salyangoz
4- Koutoubia Camii
5- Palais el Badi'nin kalıntıları ve kalıntıları bekleyen leylekler
6- Totem haline getirilmiş kuru ağaçlar

Önerilen Sayfalar:

- Malaga
Granada ve Al Hamra Sarayı - Avrupa'nın Batısında İslam Şaheseri
Fes'in Sarı Labirentleri ve Kısa Kazablanka Gezisi
Goree Adası - Dakar
Barcelona'da Gaudi'nin peşinde gezmek...
Şarm el Şeyh ve Kahire
Dakar'da Ngor Adası, Pembe Göl ve Afrika'nın Rönesansı Anıtı