13 Haziran 2013 Perşembe

Taksim Gezi Parkı Gezisi

Elimizdeyken değerini yeterince bilmediğim kaybederkense dört elle sarıldıklarımızdan birini dolaşacağız bugün. Bütün bir ülkeyi ayağa kaldıran Gezi Parkı'nı 8 Haziran 2013'te yani olaylar daha nereye varacak bilmiyorken sıcağı sıcağına gezmek istiyorum sizlerle... Önce bi tarihe not düşmek adına benim gözümden neler yaşandığıyla ilgili biraz uzunca bir girizgah:

Taksim Meydanı'nın hemen yanındaki, bu aslında oldukça küçük park onbinlerce kişiyi bedenen, milyonlarca kişiyi ise kalben bir araya getirebilme kapasitesindeymiş de bilmiyormuşuz meğer.

Her şeyi Gezi Parkı'na AVM yapma projesi kapsamında Kalyon İnşaat'ın park duvarlarını yıkmaya kalkmasıyla başlatacağım. Elbette yavaş yavaş geriye gidecek olursak Emek Sineması'nın yıkılıp yerine AVM yapılması projesi, gittikçe artan polis şiddeti, Üçüncü Köprü'nün ve Havalanı'nın şehrin kuzeyindeki son yeşil alanları da yapılaşmaya açacak olması, hükümetin sürekli yasaklar getiren antidemokratik uygulamaları, hatta yan tarafındaki Ağa Camii'ni çatlatmak pahasına inşa edilen Demirören AVM hep bir rahatsızlık biriktirdi halkta. Gittikçe yaşanmaz hale gelen İstanbul'da trafik çilesini çözecek kalıcı - sürdürülebilir uygulamalar yerine hep bir peşkeş çekme ya da yağma kaygısıyla geleceğe hiç bir şey bırakmamacasına alınmış hissi yaratan kararlarla karşılaşmak da herkesi çok kötü etkiliyordu. Altyapı çalışmaları yapılmadan inşa edilen AVM'ler tüm şehirde trafiği kilitliyordu.

İşte böyle bir havada başladı Gezi Parkı'ndaki ağaçları korumak için yapılan eylemler. Bir grup aktivist Gezi Parkı'na çadırlarıyla yerleşip parkı ve kesilmeye çalışılan ağaçları korumak için eyleme başladığında her şey gayet normaldi. Ancak herhangi bir eylem, herhangi bir direniş yönetim kademeleri gözünde 'hemen ortadan kaldırılması gereken bir bela'ydı. Sabah saatlerinde parkta bekleyenlere polis gaz bombalarıyla saldırdı. Biber gazı da kullanarak yapılan müdahalede özellikle yüzüne biber gazı sıkılırken kımıldamadan bekleyen 'kırmızılı kadın'ın cesaretinin ne anlama geldiğini o gün anlayamayanlar, ilerleyen günlerde gaza maruz kaldıkça anlamaya başladılar.

31 Mayıs'ta gündüz 4 gibi ulaştım Taksim'e. Akşam 7'de herkes toplanacaktı Gezi Parkı'nı korumak için. Park polis tarafından işgal edilmiş, etrafı barikatlarla kapatılmıştı. İstiklal Caddesi her zamanki gibi kalabalıktı ve polis panzerleri bir araya gelen grupları dağıtmaya çalışıyorlardı. Sorun şuydu ki polis ilerideki gruba saldırınca buradakiler bir araya geliyor, polis buraya saldırınca ilerideki gruplar toplanıyordu. İstiklal Caddesi ve ara sokaklar gaz bombalarıyla insansızlaştırılmaya çalışıldıkça direnen halk daha da kalabalıklaşıyordu. Etraftaki dükkanların önemli bir kısmı halka kapılarını açarken Starbuck's kapılarını kapatıyor (Gelen tepkiler üzerine bir daha da açamadı zaten), Mado halka değil halka saldıran polislere yardım ediyor, Kızılkayalar da keza direnen halka ağza alınmayacak hakaretler etmeyi tercih ediyordu. Divan Otel'in, gaz bombalarına maruz kalan halka yardımları ise herkesin dilindeydi.

31 Mayıs Cuma akşam 19:00. Sıraselviler, Harbiye, Gümüşsuyu... Her yönden Gezi Parkı'na ulaşmaya çalışan halka karşı polis Gezi Parkı ve Taksim Meydanı'na çekilip halka bombalar yağdırarak meydanı korumaya girişti. İstanbul'da olağanüstü şeyler yaşanırken tüm medya sanki hiç bir şey olmuyor gibi davranıyordu. Halk da bunun üzerine Twitter ve Facebook üzerinden haberleşmeye başladı. Birebir duyulan haberlerin kimileri yalan çıkabiliyordu ama haberleri duyanlar, gaz bombalarını ve bombalara maruz kalanları görenler meydanlara akıyordu.

Cuma gecesi 11'de terk ettiğim Taksim'e cumartesi akşamı 5'te ulaşabildim. Cumartesi günü öğleden sonra 4 gibi polis Gezi Parkı ve Taksim Meydanı'nı boşalttığı için ben gittiğimde meydan ve parkta kutlamalar çoktan başlamıştı. Kimler yoktu ki meydanda? Sosyalistler, Çevreciler, Komünistler, Anarşistler, Ulusalcılar, Geyler, Kürtler, Cumhuriyetçiler, Demokratlar, Beşiktaşlılar, Ülkücüler, Anti-Kapitalist Müslümanlar, Atatürkçüler ve daha aklıma gelmeyen bir dolu kesim. Bir dolu da hiç bir örgüt altında yer almayan insanlar doldurmuştu parkı. Sonraki bir hafta boyunca park ve etrafında yüzbinlerce insan bir aradayken, etrafta inşaat çalışmalarının kalıntıları duruyorken polis saldırılarına maruz kalanlar dışında (bir de AKM inşaatında dolaşırken düşen kağıt toplayıcısı vatandaşın yaralanmasını duyduk) hemen hiç bir problemin meydana gelmemesi polisin davranışlarının gösterilerdeki çatışmaları yaratan unsur olduğunu ispatlıyor gibiydi sanki.

Polis önce ağaçları ve parkı korumaya çalışan halka saldırdı, sonra yapılan saldırıya kayıtsız kalamayanlara... Polis halka saldırdıkça direnenlere katılanların sayısı artmaya başladı. Yıllardır süren antidemokratik uygulamaları ortadan kaldırma iddiasıyla gelen hükümetin kendi padişahlığını uygulamaya geçirmesinden rahatsız olan AKP karşıtı ya da AKP'li herkes polise direnen halkın yanında yer almaya başladı. Tayyip Erdoğan "Bunlar 3-5 çapulcu" dedikçe daha da arttı sayı, "Ne yaparsanız yapın, Gezi Parkı'na AVM inşa edeceğiz!" dedikçe daha da arttı, "Höt!" dedi sayı ikiye katlandı "Zöt!" dedi daha da arttı sayı.

Tayyip Erdoğan ülke bu haldeyken hemen yurtdışına gitti. Olayları çözme işini daha yumuşak tavırlar üstleniyormuş gibi yapan Abdullah Gül ve Bülent Arınç üstlendiler. Ancak tavır yine aynıydı: Suçu halka yükleyip, özür diliyormuş gibi yapıp aynı tarzda halka saldırmaya devam etmek! Olayların başından itibaren tüm televizyonlar baskı altına alındığı için (Halk TV ve Ulusal Kanal'dan olayları izlemeye başlayana kadar) Norveç televizyonunu internet üzerinden canlı takip eden halk 3 Haziran itibariyle olayları ana akım medyadan da izleyebilmeye başladı. Yukarıdan emir geçmişçesine aynı anda başlayan haber yayını "haberleri baskı altında tutunca zemin kaybediyoruz. Serbest bırakmış gibi yaparsak en azından kontrol altında tutabiliriz" amacı güdüyor gibiydi. Özellikle hükümete yakınlığıyla bilinen gazeteler ve televizyon kanalları olayları çarpıtarak veriyorlardı. Yolda dinlediğim TRT Radyo 1 yayınında  meydanlardaki gösterici sayısının azalmaya, barikatları belediyelerin kaldırmaya başladığı belirtiliyordu. Her gün Taksim'e korkarak gittim. 80 sonrası her türlü gösteri ve eylemde polisin halka uyguladığı şiddet, katılımcıların yıllarca hapis yatması ve fişlenmeleri hepimizi o kadar sindirmişti ki halkın çok büyük bir kesimi gerçekten çok korkuyorduk. "Acaba bu akşam da Park'ta birileri olacak mı?", "Halk Hükümetin açıklamalarından korkup parktakileri yalnız bırakır mı?", "Polis saldırısı tehdidi insanları vazgeçirir mi?" gibi sorularla Gezi Parkı'na her gelişimde kalabalık daha da artıyordu. İş dışındaki tüm vakitlerimde parktaydım ve o kadar çok arkadaşım da parkı korumak, direnenleri desteklemek için parka geliyordu ki... Haksızlığa karşı polise direnme cesareti gösterenler sadece Taksim'de değil İstanbul'un değişik semtlerinde de eylem yapıyorlardı. Beşiktaş çok karışıktı. Kadıköy'den Taksim'e ulaşmak isteyenleri engellemek için vapur seferleri iptal ediliyor halk yine de köprüden yürüyerek Taksim'e ulaşıyordu. Demokrasiye inanan insanlar en demokratik haklarını kullanmak için bir araya geliyorlardı.

Taksim bütün dünyanın öyle gündemindeydi ki polis tamamen çekilmiş, bir nevi "bakın Türkiye'de her şey yolunda. Polis şiddeti falan yok." mesajı verilmeye çalışıyordu. Oysa Ankara, İzmir, Antakya ve daha bir dolu şehirde polis öyle sert müdahalelerde bulunuyordu ki Gezi Parkı'ndakiler bile bütün ilgiyi oralara yönlendirmeye çalışıyorlardı.

Tayyip Erdoğan'ın Afrika gezisi dönüşü daha ilginç olaylara gebeydi. İlk başta "%50'yi evlerinde zor tutuyorum" diyen, Gezi Parkı'ndaki olayları "Polis izinsiz gösterilere müdahale eder" şeklinde yorumlayan Tayyip Erdoğan'ın geldiği gece SMS mesajlarıyla insanlar Atatürk Havalimanı'na toplandı. Taksim miting yeri değil diyenler havalimanında miting düzenlediler. Valilikten izin alınmamasına rağmen polis kimseye müdahale etmedi. "Kalabalık kendi kendine toplandı organize bir olay yok" dendi ancak ses sistemi bile kurulmuştu... İnsanların gözünün içine baka baka yalan söylenmeye devam ediliyordu. Ertesi gün 7 gazete birden aynı manşetle çıktı: Resmen basına haber servis edilmiş "bu haberle çıkacaksınız" denmişti. Kopya çeken öğrenciler bile en azından biraz değiştirir cevabı ki anlaşılmasın, bunlar onu da yapmadılar.

Sonuç itibariyle Gezi Parkı'nda toplananlar buradan ayrılmamacasına meydanı korumaya devam ediyorlardı.

Bu uzun girizgahın üzerine Gezi Parkı eyleminde park ne durumda onu anlatayım biraz da. Gerçi bu güzel olayı görmeye o kadar çok insan geldi ki...

Parkın meydana inen merdivenleri eylemler sırasında partiler tarafından tutulmuştu: BDP, Anti-Kapitalist Müslümanlar, Sosyalist-Komunist oluşumlar... Parkın içiyse daha çok sivil toplum örgütleri (çevreciler, eşcinseller vs.), bir örgüte bağlı olmayanlar ve Ulusalcılarla doluydu. Parkın Gezi Oteli tarafından ilerledikçe yemek dağıtan stant ve en sonda Revir, revirin solundaysa Yemekhane yer alıyordu. Kapitalizm parkları AVM'ye çevirmeye çalışırken parkta toplananlar elbirliğiyle mutfak kurup burada pişirdikleri yemekleri ücretsiz parktakilere dağıtarak adeta başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyorlardı. Gerek mutfağın gerekse diğer kısımların ihtiyaç listeleri en kısa zamanda halk tarafından karşılanıyordu. Erzaklar tamamlanıyor battaniye, çadır, yağmurluk hatta jeneratör ihtiyacı bile bir şekilde tamamlanıyordu.

Olayların başlangıcında Taksim'de otobüsler ve canlı yayın araçları yakıldı, kullanılamaz hale getirildi. Ardından da polis saldırısını önlemek için barikat olarak kullanıldılar. Taksim'e çıkan bütün yollar halkın barikatlarıyla kapatıldı. Bunlardan biri hemen meydandan Gezi Otel'e doğru giderken olan kütüphaneye dönüştürüldü. Bir başka kütüphane de parkın diğer ucuna inşa edildi. Buralara kitap bağışlayabilir ya da buradan ücretsiz istediğiniz kitabı almak mümkün. 

Bütün bu anlattığım süreçte Açık Radyo mütemadiyen parktan haberler yayınlayan ve canlı bağlantılar yapan bir radyo kanalına dönüştü. Parktan uzakta olduğumda bir çok bilgiyi oradan alma şansım oldu. Gezi Parkı'nda bulunan derneklerden biri de ... Derneği. Türkiye'deki Ermeni derneklerinden biri olan ... Açık Radyo'nun canlı bağlantılarına katılan derneklerden biriydi. O yayından öğrendik ki parkın bulunduğu alan, İnter Continental Otel, TRT binası ve Harbiye Orduevi Cumhuriyet'ten hemen sonra 30'lara kadar Ermeni mezarlığıymış. Ardından alınan bir kararla mezarlık ortadan kaldırılmış ve bir iddiaya göre de mezar taşları Gezi Parkı'nın altına gömülmüş. Aynı bakış açısıyla devleti yönetenlerin şimdi de Gezi Parkı'nı benzer bir şekilde yok etmesini önlemek için onlar da Gezi Parkı'ndaymış.

Parkta en çok alkış alan herkesin çok pozitif yaklaştığı gruplardan biri de gökkuşağı bayraklarıyla parkta yer alan eşcinsellerdi. Ellerindeki dövizlerle parkta her yürüyüş yaptıklarında çılgıncasına alkışlandılar. LGBTT örgütleri olayların en başından itibaren hep en ön saflarda yer aldılar. 

Parkın meydan tarafındaki girişi kendilerine mesken edinen Anti-kapitalist Müslümanlar da parkın çok saygı duyulan renklerindendi. Cuma günü cuma namazı kılarlarken diğer gruplar tarafından bir zarar gelmemesi için zincire alındılar ve rahatça namaz kılmaları sağlandı. Keza girişteki bir barakayı da mescit haline getirdiler ve ibadetlerini orada gerçekleştirdiler. 

Kandil günüyse park kandil simitleriyle doldu. Herkes birbirine kandil simidi ikram ediyordu. Kandil günü parkta içki içilmedi.

Inter  Continental Otel tarafında ise çok güzel bir bostan hayata geçirildi. Bahçelerden uzaklaştırılıp toprakla ilişkisi kesilen halkın parkı yapılaşmaya açmamak için işgali sonrası attığı en güzel adımlardan biriydi belki de bu bostan. 


Parkın etrafındaki iş makinalı da rengarenk boyandı. Duvarlardaki grafitiler, yazılar bundan yıllarca sonra da unutulmayacak eminim ki. 


Parkta geceleri de yoğunluk azalsa da oldukça sağlam bir kalabalık oluyor. Parkta kaldığım gece saat 4'e 5'e kadar dinmedi sloganlar, bağırışlar. Saat 7 gibi de uyandırma ekipleri dolaşmaya başladı. Hemen ardından da önce parkta temizlik başladı. Kalabalık hazır azalmışken pırıl pırıl yapıldi park. Ardından şenlik yerine dönüştü park. Kalabalık parkı doldurmadan futbol oynayanlar, yoga yapanlar envai çeşit farklı organizasyon parkın dört bir köşesinde icra ediliyordu. Başta da anlatmaya çalıştığım gibi vahşi kapitalizmi fütursuzca uygulayan hükümetin insana yabancılaştıran, sadece para hırsıyla yapılan tüm faaliyetlerine tepkiydi bu direniş.

Olayların sonunu görmeden sıcağı sıcağına yazmak istedim bu yazıyı. Sonu nereye gider aşırı bir güç kullanımıyla bu güzel park dağıtılır mı gibi soruların cevapları beni çok korkutuyor. Direniş ilk başladığı günler kadar korkmuyorum belki ama hala çok korkuyorum... İnsanların Gezi Parkı'nı yalnız bırakmayacağını neyse ki anladım. İlk günler parka her gelişimde "Bu gece de mi eylem var?" diye soranlar oluyordu. Neyse ki artık ben gelmek isteyenlere "Aşırı bir kalabalık var, parka girmek bile çok zor" deyip kalabalık yatışana kadar gelmemelerini tavsiye ediyorum. Yine de ülkenin diğer şehirlerindeki parklarda en küçük bir toplanmaya dahi gaz bombalarıyla saldıran polisin bu güzel parkı da yok edip yerine AVM, recidence ya da müze yapmak için inşa etmesinden çok korkuyorum. İlk yemek yapılacağı gece Mutfak kısmına gidip "Neye ihtiyacınız var lütfen söyleyin hemen alıp geleyim" dediğimde mutfakta çalışan arkadaşın cevabıyla bitireyim: "Her şeyimiz var çok sağolun, bi tek yanımızda olun ve bizi yalnız bırakmayın başka bir ihtiyacımız yok."


Fotoğraf Listesi:

1- Gümüşsuyu'ndan barikatların arasından geçerken görülebilen "Taksim Komünü'ne Gider" afişi
2- Bostanın yan tarafından bir sahne
3- ELimde koca bir E harfiyle poz veren ben :)
4- Park etrafındaki zekice süslemelerden biri: Satranç taşları
5- Aynı gün aynı manşetle çıkıp Türk basınının durumunu bize özetleyen 7 gazete
6- Gezi Bostanı
7- Pembe iş makinası Gezi'nin en güzel objelerinden biri olarak zihinlerdeki yerini koruyacak
8- Duvarları süsleyen güzel afişlerden biri

Önerilen Sayfalar:

* Gezi Parkı işgali sonrası Yel Değirmeni'nda bir işgal evi - Don Kişot: Yeldeğirmeni'nde Neler Oluyor?
* Avrupa'dan alternatif yaşam örneği: Danimarka'da, Kopenhag'ın göbeğindeki komün: Christiania
* Hamburg'da bir işgal evi - Rota Flora: Christmas Zamanı Hamburg'da 2 gün




6 Haziran 2013 Perşembe

Singapur'da İki Gün

Şubat ayında 10 buçuk saat süren bir uçak yolculuğuyla indik Singapur Changi Havaalanı'na. 6 saat saat farkı yüzünden indiğimizde bizim bedenimiz sabah 10:30'u gösterirken Singapur'da akşamüstü 16:30 yaşanıyordu. Gayet büyük bir havaalanı burası.Singapur'dan sonra Bali'ye gideceğiz ve dönüşte Singapur'da beklememiz olacak, o zaman burayı rahat rahat keşfederiz. 

Havaalanından şehir merkezine gitmeden önce Tourist Information'a uğrayıp harita ve bir kaç bilgi alıyoruz. Havaalanında döviz değiştirme oranları çok iyi olmadığından az miktarda döviz değiştiriyoruz. Şubat 2013 itibariyle 1 S$ 1,42 TL yapıyor.

Şehre ulaşım için önce havaalanındaki trenle Terminal 2'ye gidiliyor. Oradan da önce makinadan bilet alıp ardından Tanah Menah istasyonuna gidip burada tren değiştiriyoruz. Otelimiz "Bencoolen Hotel 81". Singapur'da her yerde Hotel 81 var o yüzden yolda gördüğümüz ilk Hotel 81'e girme hatamızdan sonra doğru otelimizi bulup yerleşiyoruz. 3 gece 2 kişi kahvaltı hariç 360 S$. Otelimiz gayet merkezi çok basit bir otel. 

İlk gecemizde dünyanın sayılı kulüpleri arasında gösterilen Zouk'a gitmeye karar veriyoruz. Günlerden çarşamba... Bu da demek ki Zouk'ta Ladies Night var, kadınlara giriş ücretsiz, erkeklere de 25 S$ iki içki de dahil. Aslında çarşamba gecesi Zouk'ta Mambo Night oluyor diye özellikle gidiyoruz. Singapurlu arkadaşımdan daha önce ününü pek çok kez duyduğum Mambo Night'ta aynı figürlerle dans eden insanlar çok ilginç gelmişti bana. Ama nedense artık Mambo Night yapılmıyormuş. Mekanın genç kızlar ve oğlanlarla dolu olduğunu da belirteyim... 

Sabah erken kalkmak adına Türkiye saatiyle 8:30-9 gibi yatıyoruz. Sabah da makul bir saatte kalkıp kahvaltı için Yakun Kaya Toast'çusunun Cathay Alışveriş Merkezi'ndeki şubesine gidiyoruz. Geleneksel Singapur kahvaltısı böyle bir şey oluyormuş: Şekerli tereyağlı tost, az pişmiş yumurta ve kopi (kahve - içine kendileri şeker koyuyorlar hazırlıklı olun). Benim gibi, tuzlu kahvaltı yapmaya alışkınsanız ilk başta yadırgayabilirsiniz.

Hazır Orchard Road'un başına gelmişken başlıyoruz Singapur'un bu en meşhur alışveriş caddesini gezmeye. Dünyanın hemen tüm ünlü markalarının bir kaç tane mağazası var bu caddede lakin fiyatlar hiç de ucuz değil. Arada "3 tanesi 10 S$" mağazaları da var. Çin malı ucuz ürünler satılıyor buralarda. 

Orchard Road gezimizin sonlarında yağmur bastırıyor. Çin mahallesine yürümeyip metroyla gidiyoruz ıslanmamak için. Singapur'da bir bölgeden başka bir bölgeye geçerken insan profili hemen değişiyor. Çin mahallesinde yazılar Çin alfabesine dönüyor, İngilizce soru sorduğumda çok az cevap alabiliyorum, Orchard Road'daki o tertemiz sokaklar yerini çok daha pis yerlere bırakıyor... Alışveriş merkezlerinde geziyoruz önce. O lüks markaların hemen hiç biri yok. Karnımız acıkmaya başladı ve benim Çin yemeklerine yumulasım var. Önce ördek rosto yiyorum. Fiyatlar makul ama lezzetli şeyler gelmiyor tabaklarımıza. O pilav neyin nesi öyle? Neyse ki derisini ayıklayınca ördek yeniyor. Bu arada vitrinlerde kafasıyla bütün halde asılı duran kızarmış ördekler de işimizi çok zorlaştırıyor... Neyse, tabaklarımızdakilerin çoğunu yiyip yan tarafa geçiyoruz. Buraya kadar gelmişken kurbağa yemek niyetindeyim. Yine kötü bir pilavla servis ediliyor 5 S$ ödediğim "Dried Frog bla bla" isimli yemeğim. Kurbağa eti tavuk etine benziyor. Tadı gayet lezzetli. Sanırım bacaklarıydı yediğim kısım. Frog Porridge isimli çorbamsı kurbağa yemeğine cesaret edemedim ama. Benimkisi böyle sosuyla falan gayet lezzetliydi. Yine olsa yenir, öyle bir şey yani. Bu arada yanında içtiğim 2S$'na satılan taze Dragon Fruit meyve suyu da güzeldi. 

Saçaklardan geçerek etraftaki tapınakları ziyaret etme vakti artık.  Önce bir Budist tapınağı buluyoruz. Yine etkileyici bir mimari, etrafta tütsüler yanıyor, içeride tek bir sesten dua okuyup ibadet eden insanlar, sarı kumaşlara sarılı Budistler... Ardından Çin tapınağı buluyoruz bir tane. İçeriye ayakkabılarla girilmediğinden sadece dışında dolaşıyoruz. Çin mahallesi çok hoşuma gitti. Çin'i ziyaret etmemiş biri olarak etkilendiğimi söyleyebilirim.

Chinetown'ı geride bırakıp metroyla Little India'ya geçiyoruz. Bu sefer herkes bir anda Hintliye dönüşüyor. Yemekler değişiyor, kokular, satılan ürünler değişiyor... Mustafa Center isimli mekan kocaman bir market. Giriş katı elektronik, kişisel bakım ve aksesuar üstüneyken alt kat kıyafet, üst kat da yiyecek ürünlerin satıldığı yerlerden oluşuyor. Pek bir şey yok gerçi içeride, dolaşıp çıkıyoruz... 

Dönüşte artık yağmur iyice azalmış durumda. Yürüye yürüye otelimize dönerken bir Thai restoranında Pad Thai yiyoruz. Ardından gezimiz sırasında aldıklarımızı otele bırakıp yeniden yollara vuruyoruz kendimizi. Sırada Marina Square ve Raffles Hotel var. Marina Square alışveriş merkezinin yemek katının manzarası hiç fena değil... Gayet pahalı mağazaları dolaşıp Raffles Hotel'in barına geçiyoruz. Bu tarihi otelin barı kolonyel dönem otellerini hatırlatıyor... Doğuyu ziyarete gelmiş batılılar hem tavandan sarkan pervaneler hem de Singapore Sling'leriyle serinlerken bir yandan da maceradan maceraya koşuyorlar...  Karşımızda oturan Amerikalı gerçekten sarhoş mu yoksa sarhoş taklidi mi yapıyor? Şu cep saatine bakan adam kimi bekliyor acaba? Peki ya çekik gözlü garson bizi mi dinliyor karşıdaki Amerikalıyı mı gözlüyor? Bu turistik otel hem atmosferi hem de tatlı Singapore Slingleriyle çarptı beni. Bu arada tanesine 30 S$ ödediğimizi de belirteyim. 

Gece geç olmadan yatıp sabah yine erken kalkıyoruz. Bu sefer otelimize yakın, 24 saat açık olan Kopitiam'da kahvaltımızı yapıp yürüyerek Singapore Flyer'a gidiyoruz. Şansımıza yağmur yok ve hava açık. Kişi başı 33 S$ ödeyip biniyoruz bu, dünyanın en büyük dönme dolaplarından birine. Ne güzel gözüküyor Singapur buradan... Bir tur yarım saat sürüyor. Bolca fotoğraf çekiyoruz yukarıdan. Şehrin Marina kısmında gezmeye çok fazla vaktimiz olmadı ne yazık ki. Ama bugün de vaktimiz olmayacak gibi çünkü son gün için tercihimizi Universal Studios'tan yana kullanıyoruz. Yakınlardaki Promenade istasyonundan turuncu hatta binip yaklaşık 45 dakikada tüm şehri dolaşıp Harbour Front istasyonuna varıyoruz. Yürüsek de neredeyse bu kadar sürerdi. İnmemizle Vivo City Alışveriş Merkezi'nin içinde buluyoruz kendimizi. Üçüncü kattaki bilet gişeleri Universal Studios biletleri hariç her bileti satıyorlar. Bir tek Sentosa Express bileti alıyoruz 3,5 S$'na ve bir durak sonra iniyoruz. Sentosa Adası bir dolu eğlenceli aktiviteyi içinde barındıran bir park. Özellikle çocuklu aileler ve gençler için 2 günü bu adaya ayırmak iyi bir fikir olabilir. Adadaki plajda denize girmek de mümkün. Ama bizim hedefimizde bir tek Universal Studios var. Daha önce hiç bir tema parkına gitmediğim için buradaki roller coster'lar, 5 boyutlu sinemaların biraz daha gelişmiş halleri hoşuma gidiyor. Kişi başı 70 S$ biletler. İlk baştaki Hollywood ve New York kısımlarında çok fazla vakit geçirmeden (bir tek Steven Spielberg'ün film efektleriyle ilgili New York'ta fırtına kısmını ziyaret ettik) ilk olarak Ancient Egypt kısmına gidiyoruz. Buradaki roller coster en basitlerinden. Sonra Lost World kısmında botta ıslanıp Far Far Away kısmında (daha çok küçük çocuklara yönelik) Shrek'in 3 boyutlu maceralarını izleyip Sci-Fi kısmına geçiyoruz. Burada iki roller coster var, biri Human diğeri Cyclon. Cyclon bana çok daha eğlenceli geldi. Human'dan bi gömlek üstün diyebilirim. Yağmur yeniden başlayıp şimşekler çakınca özellikle açıktaki aletler bir süre ara veriyor ama kısa süre sonra yeniden açılıyor. En son Transformers'ın 3 boyutlu filmini hareketli aracın içinde izleyip final yapıyoruz. 10'da açılıp 7'de kapanan Universal Studios bizim için bitti sayılır. Karnımız da acıktı. Viva City'ye geri dönüp bir şeyler yiyoruz. Üzerine tatlı olarak Pandan Cake'i deniyorum. Yeşil renk, yumuşacık bir kek ama yavan geliyor biraz. Artık dönme vakti. Metroya biniyoruz yine. Metroya binmek için aldığınız bileti inerken okutmayı sakın unutmayın yoksa çıkamazsınız. Bu arada Singapur'da çok katı kurallar uygulandığını duymuşsunuzdur. Mesela metroda ya da metroya giden kısımlarda bir şeyler yiyip içmek (su dahil) yasak. Buzdolabı magnetlerinin üzerinde bile ülkedeki garip cezalar yazılı. Bu arada bilet makinaları 10 S$ kabul etmiyor, benim gibi boşuna debelenmeyin. 
Sabah erken kalkıp yeniden yollara düşüyoruz. İki günlük Singapur gezimizin ardından Bali'ye geçeceğiz. Metro sabah 6 gibi başlıyor neyse ki. Tanah Melah'ta aktarma yapıp ulaşıyoruz Changi Havalimanına. 

Singapur'da bir kaç günümüz daha olsaydı keşke ve biraz daha güzel bir havada gelmiş olsaydık buraya. O zaman Sandosa Adasında bir gün daha geçirir, dünyanın en büyük hayvanat bahçelerinden biri olan Singapore Zoe'yu gezer, botanik bahçesini, Singapore Flyer'dan görme şansı bulduğumuz ağzından su fışkırtan Merlion'u ve Gardens by the Bay'i ziyaret ederdim. Gece hayatında daha fazla zaman geçirir, Çin Mahallesi'nde geceleri düzenlenen Red Light District turuna katılırdım... Maxwell House'da deniz mahsulleri yerdim, Malezya mutfağı örneklerini biraz daha test ederdim. Velhasılı kelam daha yapacak bir çok şey var Singapur'da. Bir dahaki doğu gezimi yine Singapur üzerinden yapayım en iyisi.

dinceryazici79@gmail.com

Fotoğraf Listesi:

1- Singapur'daki yasaklar
2- Sigapore Flyer'dan, tepesinde o meşhur havuz olan Marina Sand Bay Hotel manzarası
3- Çin Mahallesi'ndeki ördekler
4- Çin Mahallesi
5- Universal Studios'un girişi.

Önerilen Sayfalar:

Bali'de Egzotik Tatil
Singapur'da İki Gün
Phuket Gezisi