24 Ağustos 2014 Pazar

Bruges ve Antwerp'te Bir Haftasonu

Arkadaşım Özkan bi kaç aylığına Belçika'ya gidince hemen plan yaptık Belçika'da kısa bir gezinti yapmak üzere. Ağustosta İstanbul sıcaktan bunaltırken kaçtım Belçika'ya. Brüksel'de havaalanında inince hemen alt kattaki tren istasyonuna geçtim. Buradan her yere trenle ulaşmak gayet kolay. Benim ilk istikametim neredeyse yarım saatte bir kalkan trenlerle Antwerp'e doğru. Gece Antwerp'te Özkan'la hasret giderip ertesi gün sabah 9 gibi çıkıyoruz Bruges'a doğru yola. Antwerp'ten yaklaşık 90 kilometre uzakta Bruges. Tren de var ama bizim tercihimiz arabayla gitmek. Merkeze yakın, İbis otelin otoparkına arabayı bırakıp başlıyoruz Bruges'u keşfetmeye.

Eski Ortaçağ şehirlerini hatırlatan bir şehir var karşımızda. Her yer, tuğladan özenle yapılmış birbirinden güzel yapılarla dolu. Bruges'da en beğendiğim yan bu atmosfer: Her an sağdan soldan bir şövalye çıkacakmış gibi ortalık.


İlk olarak Beginjhof (ya da bazı yerlerde Beguinage) denen eski yerleşimle başlıyoruz Bruges'u keşfetmeye. Burası uzun yıllar yalnız kadınların yerleştiği, günümüzdeyse halen rahibelerin yaşadığı bir yer. Küçük evler ve ağaçlar arasında dolaşarak çıkıyoruz bu kısımdan. Hemen yan tarafında güzel bir göl ve park karşılıyor bizi. Minnewater Parkı şehrin en yeşillikli kısmı. Akşamüstü yorulup kendimizi çimenlerin üzerine atmadan önce bir kez daha gezeceğimiz bu park şehirde değilmişsiniz izlenimi yaratıyor.

Artık yavaş yavaş merkeze geçme zamanı. Katelijnestraat boyunca merkeze doğru yürürken Diamond Museum'u geçiyoruz önce. Az sonra da Onze Lieve Vrouwekerk ya da İngilizce'siyle Church of Our Lady'ye ulaşıyoruz. Burası şehrin önemli katedrallerinden biri. Hemen karşısındaysa eski San John Hastanesi yer alıyor. Bu bina günümüzde seminer-etkinlik salonları, kafeler ve küçük dükkanlara ev sahipliği yapıyor. Mekanın bizim için ilginç yanlarından biri Luc Vanlaere'nin konserlerine ev sahipliği yapması. Eğer TripAdvisory'ye bakarsanız Bruges'la ilgili en beğenilenler listesinde bu Arp ustasının ücretsiz konserleri çıkacak karşınıza. Yaklaşık 35 dakikalık konsere katılmak için bize en uygun saat 15.00. O saatte geri gelmek üzere ayrılıyoruz mekandan.

Ardından Bruges sokaklarına vuruyoruz kendimizi. Kilisenin arkasındaki Gruuthuse'u sağımızda bırakıp ara sokaklara dalıyoruz. Klasik Belçika evleri 2-3 katlı ve çatıları basamak basamak yükseliyor. Kimileri tuğlaları boyanmadan bırakılmış kimileriyse sade renklere boyanmış.


Şehrin kenarlarının ardından merkeze kırıyoruz dümeni. Bruges'un merkezi Markt Meydanı. Belfry Kulesi'nin karşısındaki bu meydan klasik Avrupa Meydanları gibi birbirinden güzel ve tarihi binalarla çevrelenmiş ortasına da şehrin tarihi kahramanlarının heykeli konmuş. Meydanda biraz soluklanıp bu tarihi atmosferin tadını çıkarıyoruz. Bu arada biraz acıktık. Kulenin iki tarafındaki patates kızartması satan büfelerin birinden patates kızartmalarımızı alıp çöktük bi kenara. Bu iki büfenin hangisi bu işi daha iyi yapıyor bilemiyorum lakin biz soldakini tercih ettik; ikisinin önünde de uzun kuyruklar olsa da soldakindeki kuyruk daha kısaydı. Patatesleri alırken istediğiniz sosları da söyleyin. Olay bizdeki gibi ketçap-mayonezle sınırlı değil. Biz Andoloise ve Samurai tercih ettik. İkisi de çok lezzetliydi.


Yan taraftaki Burg Meydanı'na kısa bir sokakla geçiliyor ve bu sokaktan geçerken o çikolata ve waffle kokularına dayanmak mümkün değil. Biz de süngülerimizi indirip teslim oluyoruz waffle'cıya.

Sırada bot turu var. Bruges'a gelenlere şiddetle bir tavsiyede bulunacak olsam bu bot turu olacaktır. Beş ayrı yerden başlayan bot turu kişi başı 7,60 €'ya size Bruges'u çok farklı bir gözle görme imkanı sunuyor. Yaklaşık yarım saatlik tur özellikle karadan görülemeyecek büyülü manzaraları çıkarıyor karşınıza.


Saat 3'e gelirken arp konserinin olduğu eski San John Hastanesinin binasına döndük. Yaklaşık 40-50 kişilik salon dolmak üzere. Luc Vanleere bize yarım saat süren, 6 parçalık güzel bir konser sunuyor. Gerçekten gezinin ortasında dinlendirici bir etkinlik. Ücretsiz konserin ardından ufak bi bahşiş bırakıp Minnewater Parkı'na geçiyoruz. Yeşillikler arasında biraz turlayıp çimlerin üstüne atıyoruz kendimizi. Yorulmuşuz.

Bruges'u yavaş yavaş terk etme vakti geldi. İkinci gün Antwerp'te gezeceğimiz için akşamüstü Gentz'e uğruyoruz. Hem saat geç oldu hem de yorgunuz. Ufak bi şehir turu atıp dönüyoruz Antwerp'e.


Antwerp'te akşam yemeği için tercihimiz merkezdeki İtalyan pizzacısı olan Da Giovanni oluyor. Belçika'da yavaş servisten gına geldiği için burası çölde vaha bulmuşuz gibi geliyor: Servis gayet hızlı. Bu arada Belçika bildiğiniz üzere tam bir bira ülkesi. Envai çeşit birayı burada içebilirsiniz. Özkan'dan öğrendiğime göre Antwerp'in yerel bir birası da varmış: De Konning. PVC pencere markası gibi dursa da gayet lezzetli buldum. Da Giovanni'de de var bu biradan.


Gece boyunca önce canlı müzik dinlemeye bir caz bara ardından da ilk kez duyduğum %20 alkollü bira black damnation'ı içmek üzere t'Amtwaerps Bierhuiske'e gidiyoruz. 8 cl lik bardakta 9.80€'ya satılan black damnation kahve gibi simsiyah ve gayet yoğun bir bira. Zaten gecenin sonunda, devamında bir şey içmeyecekseniz tavsiye edilen bir bira çeşidi bu. Öncesinde yavaştan uykum geliyor gibiydi ama bu biradan sonra gözlerim faltaşı gibi açıldı. Ardından da geceyi bitirdik zaten.

Sabah çok erken uyanmadık. Bir gün öncenin yorgunluğu ikimizi de serdi yataklara. Gerçi ikinci günün gecesinde anladık ki biz daha hiç yürümemişiz meğer.


Antwerp'te ilk hedefimiz şehrin güneybatısındaki Middelheim Parkı oluyor. Bu parkın en güzel yanı yıllardır Antwerp'te düzenlenen bienalden seçilmiş eserlerle dolu olması. Her köşede farklı bir heykel bekliyor sizi. Parkın ortasında güzel de bir cafe var. Kahvaltımızı burada yapıp bu açık hava müzesinin tadını çıkarıyoruz. Pazar günü piknik yapan ailelerle dolu park. Heykellerin arasında dinlenip bir şeyler atıştıran, kitap okuyan, içkilerini yudumlayan ebeveynlerin yanında koştura koştura top oynayan çocuklar çok mutlu bir tablo çiziyorlar.


Parkın ardından ara sokaklar boyunca uzuuun yolları tepip nehir kıyısına varıyoruz. Burası da yürüyüş yapmaya, içkilerinizi yudumlamaya uygun bir yer. Bir gece önce içtiğimiz şehrin merkezindeki mekanların etrafında dolaşıp birine oturuyoruz dinlenmek üzere. Bu arada Omer isimli bira da gayet lezzetli biralardan. Antwerp'te biraz daha dolaşıp azad ediyorum Özkan'ı. Ben tren garına gideceğim ama önce Amsterdam'daki kadar olmasa da meşhur olan Red Light District'i ziyaret ediyorum. Kadınların vitrinde müşteri bekledikleri bu sokak elbette erkek dolu ama kadınlar da bu sokaktan rahatça geçebiliyorlar.


Dönüş için tren garına yollanma vakti geldi. Antwerp'te en beğenilen yerlerin belki de başında geliyor Antwerp Tren Garı. Kimileri Harry Potter filmlerindeki şatolara benzetiyor hatta... Gerçekten çok hoş bir tasarımı var. 40 dakikalık bir yolculukla Brüksel'e varıp uçağımı yakalıyorum. Yorgunluktan ayaklarım ağrıyor ama değmediğini söyleyemeyeceğim. Belki bir daha yolum buralara düşerse Ghentz'e biraz daha uzun vakit ayırırım. Keza Antwerp de biraz daha uzun gezilebilirmiş ama Bruges'un büyüleyici sokakları zaten yeterince vaktinizi alacaktır eminim.


Gezinin en iyi 5'i:


1- Bruges'da bot gezisi

2- Antwerp'teki Middelheim Parkı
3- Bruges sokakları
4- Beguinage ve yanındaki Minnewater Parkı
5- Belçika'nın birbirinden ilginç biraları.

Fotoğraf Listesi:


1- Bruges sokakları arasındaki kanallardan biri

2- Luc Vanleere'nin konserinden bir kare
3- Beginjhof'tan bir manzara
4- Markt Meydanı
5- Middleheim Parkı'ndaki heykellerden biri
6- Antwerp Tren Garı

Önerilen Sayfalar:


Heildelberg Brüksel ve Art Nouveau
Lüksemburg
Amsterdam
Huzur Dolu Şehir Utrecht
13. İstanbul Bienali