21 Eylül 2017 Perşembe

Karayoluyla Yunanistan & Bulgaristan 2 - Halkidiki, Selanik ve Seres

Sabah Kavala'daki otelden yola çıkıp koyulduk yola. Önce Halkidiki'yi gezmek niyetindeyiz. Halkidiki denize doğru 3 parmak şeklinde uzanmış bir yarımada. Aslında en keyifli zamanı yazın ama kalabalıklara teslim olmadan gezilecek yerlerini görmek bizim niyetimiz. 

Gezilecek yerler:

Ouranoupoli: En doğudaki parmakla başlıyoruz gezmeye. Bu parmağın büyük bir kısmı ziyaretçilere kapalı ve özel izinle sadece erkeklerin girmesine izin verilen, içinde 12 tane manastırı barındıran dini bir bölge. İçeride yaklaşık 1800 erkek yaşıyor ve hac ziyaretine gelenler dışında ziyaretçi kabul edilmiyor. İşte Ouranoupoli bu özel bölgeden önceki son ziyarete açık kısım. Sahilinde şimdilerde müze olarak kullanılan tarihi bir kulesi olan, sokaklarında dolaşıp evlerine bakması çok keyifli küçük, şirin bir köy. Sahilinde kahvelerimizi de yudumlayıp yavaş yavaş yükselen güneşin keyfini çıkarıyoruz. 

Vourvourou: İkinci parmağı ziyarete Vourvourou'dan başlıyoruz. Kış sezonu olduğundan in cin top oynayan bir yazlık kasaba karşılıyor bizi. Biz de geçen sene arkadaşlarımın çok övdüğü bir mekanın yerini bulmaya güneye devam ediyoruz: Lacara Kampingi. Vourvourou'dan devam edip ormanlara daldıktan kısa süre sonra ulaşıyoruz Lacara Kampinge. 1 Mayıs 30 Eylül tarihleri arasında açık bir tesismiş. Artık yerini öğrendik, yazın gelebiliriz. 

Nikiti: İkinci parmakta aşağılara doğru Marmara Adası'ndan gelenlerin kurduğu Neo Marmara köyü de var aslında ama biz geri kalan kısımların keşfini bir yaz mevsimine bırakıp parmağın boğum kısmındaki Nikiti köyüne dönüyoruz. Deniz kenarında yeni kurulan siteleri eski Nikiti denilen kara tarafındaysa bakımlı taş evleri olan bir köy burası. Biraz daha devam edince kilisesi ve kilisenin yanında da şimdiye kadar gördüğüm en ilginç mezarlıklardan biri çıkıyor karşımıza. Hem çok bakımlı hem de rengarenk bir mezarlık burası. Ölenlerle ilgili heykeller, renkli renkli mumlar, çiçekler, ölenlerin fotoğrafları... Yunanistan'ın başka bir yerinde de böyle bir mezarlık hiç karşıma çıkmadı. 

Afitos: Son parmağın ortalarında yer alan Afitos, Neo Moudania'dan önce son uğrayacağımız yer. Burası da yazın çok keyifli bir turistik sahil kasabasına dönüşür belli ki. Bizim Alaçatı kıvamında bir köy. Sahilde Sparos Meze Bar'da daha önce de yemek yemiştim yine tercihimi aynı yerden yana kullanıyorum. Sahilde, deniz kenarına masalar atılmış, bolca Yunanlıların yemek yediği bir mekan burası. Yemeklerine gelecek olursak kızarmış kabak Yunanistan'da yediklerimizden en kötüsüydü. Risottonun sosu azdı, biraz pilav kıvamındaydı. Salatası ve kızarmış, ızgara yapılmış peynirleri çok güzeldi. 

Nea Moudania: Gece konaklayacağımız kasabaya geldik sonunda. Mübadele zamanı Mudanya'yı terk etmek zorunda kalanların kurduğu Nea Moudania'da o eski Mudanya havasını seziyorsunuz. Deniz Mudanya'daki gibi kuzeyde değil güneyde ama onun dışında limanı ve sahili Mudanya'yı andırıyor. Mudanya'da bolca vakit geçirmiş biri olarak Yeni Mudanya'yı görmek güzeldi. Gece Sokratis otelde konakladık. Çalışanları güler yüzlü ve yardımsever, kahvaltısı lezzetli odaları temiz ve rahat bir oteldi. 

Nea Triglia: Pazar sabahı erkenden uyanıp Yeni Trilye'ye doğru sürüyoruz arabayı. Daha iç kısımdaki bu köyde yaşayanlar en güzel kıyafetlerini giymiş, sabah sabah kiliseye gidiyorlardı. Bir bayram sabahı havası vardı Nea Triglia'da. 

Nea Tenesos: Burası da Bozcaada'dan gelenlerin kurduğu köy o yüzden gelirken Bozcaada'nın orijinal ismi Tenesos'u da yanlarında getirmişler. Bir ara mübadillerin hüzünlü anılarını dinleme fırsatı da olur belki bu köylerde. 

Petralona Mağarası: Halkidiki gezimizi bitirmeden önceki son durağımız Petralona Mağarası oluyor. Sarkıt ve dikitleriyle meşhur bu ferah mağara doğal oluşumları kadar burada bulunmuş hominid kafatasıyla da meşhur. Homo Erectus'la Homo Sapiens arasına tarihlenen bu insansı kafatasını önemli kılan ne kadar eski olduğuyla ilgili yapılan tartışma. 350.000 yılla 800.000 yıl arasında değişen tarihleme Afrika'dan çıkıp Avrupa'ya yayılma teorisindeki tarihleri yeniden gözden geçirmeyi gerektirecek bir aralık sunuyor. Mağara duvarına sabitlenmiş, yerden 30 cm yukarıda, vücudunun geri kalanı olmayan bu kafatasının mağaraya nasıl geldiği de muğlak. Mağarayı gezdikten sonra yan tarafındaki müzede kafatasının replikasını ve mağarada bulunmuş hayvan iskeleti parçalarını da görebilirsiniz. 

Selanik:

İşte sonunda annemin anneannesinin memleketindeyiz. Annemi bi hüzün kaplıyor buraya gelince. 

Selanik'te trafik büyük bir problem. Hele arabayı park edecek bir yer bulmak çok şanslı olmayı gerektiriyor. Biz bir tur attıktan sonra sahile yakın boş bir yer bulabildik. 

İlk hedefimiz Selanik'e gelmiş herkesin yaptığı gibi Atatürk'ün doğduğu evi görmek. Etraf polis kaynıyor. İçeri girmeden etrafı dolaşıp sahile doğru yöneliyoruz. Sahilin başında daha bizi Beyaz Kule karşılıyor. Bizanslılar zamanında aynı yerde bulunan kule yıkılınca Osmanlılar tarafından bu kule yapılmış.

Selanik'in İzmir'e benzemesini en çok sağlayan şey Kordon'a benzer sahil şeridi.  Gerçekten kendini İzmir'de gibi hissediyor insan. Ardından eskinin lüksünü yansıtan bir kafeyi gözümüze kestirip mola veriyoruz ve 60'lar 70'lerden Amerikan caz klasikleri eşliğinde kahvelerimizi yudumlayıp etrafı kesiyoruz. Ekonomik krize rağmen konumunu kaybetmemiş burjuva sınıfının varlığını gösteren bir mekan burası; pazar öğlen olmadan daha kimisi kiliseden çıkmış şık şıkıdım kadınlar ve erkekler masalara oturmuş kahvelerini yudumluyorlar. 2017 başlarında Yunanistan'da krizdeki ekonomi bir kez daha alarm zillerini çalarken bu kesim hala daha keyifli görünüyor. 

Mola sonrası Aristo Meydanına kadar yürüyüşümüze devam edip sahile paralel uzanan Selanik'in en işlek, mağazalarıyla meşhur caddesinden geriye doğru yürüyoruz. Önce karşımıza Galerius Kemeri çıkıyor. Navarinou Meydanının yanındaki kemerin ardından eski Bizans Sarayı kalıntıları bizi cezbediyor ve kuzeye doğru kalıntıları takip ede ede yürüyoruz. Sonunda silindir şeklindeki yapısıyla dikkat çeken Rotunda çıkıyor karşımıza. Şimdilerde kilise olan bu tapınak Roma İmparatorluğu döneminde pagan tanrılarına tapınmak için yapılıyor. Ardından Hristiyanlık Roma'nın resmi dini olunca kiliseye çevriliyor. Osmanlılar Selanik'i aldıktan sonra 1590'da yan tarafına minare inşa edilip camiye çevrilen yapı 1912'ye kadar cami işlevi görüyor. Balkan savaşında Yunanlıların şehri ele geçirmesinden sonra yeniden kiliseye çevrilen yapı şimdilerde ücretsiz gezilebiliyor. 

Daha gezilecek yerler var ama onları Selanik'e yeniden gelinceye bırakıp Selanik'teki son durağımıza geçiyoruz. Kafantari isimli bir mahalle kahvesi burası. 100 küsür yıldır Selanik'te olan bu mekanda Mustafa Kemal de içki içti diye anlatılıyor. Ne turist rehberlerinde ne de Google Maps'te yeri yurdu gözüken, kendi halinde salaş bir mekan burası. Biz gittiğimizde içeride bi masada kağıt oynayan erkekler vardı. Biz de kapı önüne bir masa attırıp oturup birer bira içtik. Türklerin yoğun yaşadığı bir mahalle burası. Fotoğraf çektiğimizi görünce bir Türk yaklaşıyor yanımıza ve sohbete başlıyoruz. Buraların eskiden hep Türk mezarlığı olduğunu anlatıyor. Ekonomik kriz de çok fenaymış. 500 Euro maaşa işe giriyormuş gençler. Fabrikalar hep kapanmış... Kordon boyunca işler hiç fena değildi ama biraz şehrin fakir mahallelerine girince tablo değişiyor. 

Seres: Yunanistan'dan ayrılmadan önce son durağımız Seres. Seres'in bizim için en meşhur kısmı Şeyh Bedreddin'in burada asılması. Kendisiyle ilgili hiç bir işaret yok ortalıkta ama biraz araştırma yapınca zamanında asıldığı bedestenin bugün Arkeoloji Müzesi olarak kullanıldığını öğreniyoruz. İçeride fotoğraf çekmek yasak.

Seres de pazar günleri ailelerin dışarıda yemek yenen yerleri doldurduğu ufak, sevimli bir yerleşim yeri. Biz de mola verip Yunanistan gezimizi Bulgaristan'a geçmek için bitiriyoruz. 

Sırada Melnik ve Sofya var. 

Fotoğraf Listesi:

1- Ouranoupoli
2- Nikiti Köyü Mezarlığı
3- Afitos Sahili
4- Nea Moudania Sahili
5- Selanik'teki Beyaz Kule

Önerilenler: